Münir Derman Hayatı
TIBB
ve TASAVVUF DOKTORU
MÜNİR
DERMAN
(k.s.)
AÇIKLAMA : 1980li
yıllarda eserleriyle tanıdığım, çok yakınında olamama rağmen mânâ âleminde hiç
ayrılmadığım; Muhammedî mezheb, meşreb ve mahviyyetin müstesna örneklerinden
azîz Münir Derman Hocamın ruhu şâd olsun. Kendisine ve eserlerine hizmet eden
mütevazi dost gönüllü kardeşlerim için teşekkür ve duamız devamlıdır. Ben de
âcizane elimden ve gönlümden geldiğince, geçmişin tasavvuf diliyle bağlarını
kaybeden gençlerimizin eserleri anlamasında ve kaynakların gösterilmesinde
hasbi hizmeti seçtim. Son asırda sessizce gelip geçen Muhammedi Melâmette ârif,
âşık ve kâmil insan olan azîz hocamızın hayatı, eserleri ve hatıraları
konusunda bilgi ve belgesi olanların bu güzel gayeye yardımcı olmalarını
dilerim. Hayatı hakkında da çok az şey bildiğimiz Hazreti Münir Derman Hocamın
eserlerini insanlara ulaştırmada hizmet eden isimsiz Hakk Dostlarının son
sözlerini sunuyorum şimdilik.
LATİF YILDIZ
SON SÖZ
Bu kitab ve diğer ciltler hayırsever
insanların fedâkârlıklarıyla çıkarıldı. Altıncı ve yedinci ciltler Derman
hazretlerinin son demlerinde geçirdiği rahatsızlıklar nedeniyle yazılmamıştır.
Bundan dolayı beşinci cilt olan bu esere
önsözde “Son Damla” demişlerdir.
Anadolu’nun bağrından çıkmış büyük Velî’ler vardır.
Anadolu’nun bağrından çıkmış büyük Velî’ler vardır.
Onlar bu mübârek beldenin insanlarına
birer güneş olmuşlar, mânevî feyz ve ışıklarıyla Anadolu’nun varlığını
koruyarak, ruhaniyetleriyle yıkamışlardır.
Kültürümüz onların efsaneleri ve güzellikleriyle enginleşmiş, hatta insanlık tarihinde ölümsüzleşmişlerdir.
Dr. Münir Derman, Anadolu’da bu gök kubbenin gizlediği mânevî güneşlerden biridir.
Büyük insanları anlatmak zordur.
Kültürümüz onların efsaneleri ve güzellikleriyle enginleşmiş, hatta insanlık tarihinde ölümsüzleşmişlerdir.
Dr. Münir Derman, Anadolu’da bu gök kubbenin gizlediği mânevî güneşlerden biridir.
Büyük insanları anlatmak zordur.
O, büyük insan... Büyük Velî...
Büyük insan demek; âdemiyet hamulesiyle görünmek sırrına ermiş insan demektir.
Onların heybeleri büyük fazilet ve insanlık örnekleriyle doludur.
Kimseye nasip olmayan meziyetlere sahib büyüklerin etrafında kinden, hasedten, hayranlıktan ve itiraf edilmemiş arzulardan örülmüş bir boşluk, bir çember meydana gelir.
Büyük insan demek; âdemiyet hamulesiyle görünmek sırrına ermiş insan demektir.
Onların heybeleri büyük fazilet ve insanlık örnekleriyle doludur.
Kimseye nasip olmayan meziyetlere sahib büyüklerin etrafında kinden, hasedten, hayranlıktan ve itiraf edilmemiş arzulardan örülmüş bir boşluk, bir çember meydana gelir.
Meydanı boş bulanlar bu makamları tahrif
etmiş yanlış bilgi ve rivâyetlere yol açmışlardır.
Büyük insanları örselememek lâzımdır, örselememek de büyük bir edeb ve inanma kabiliyetidir.
Derman’ı sevenler ve sevecek olanlar, gelecek nesiller için onun örselenmeden bilinmesini isteriz...
Büyük insanları örselememek lâzımdır, örselememek de büyük bir edeb ve inanma kabiliyetidir.
Derman’ı sevenler ve sevecek olanlar, gelecek nesiller için onun örselenmeden bilinmesini isteriz...
Bu yüzden biraz kendilerinden ve kısaca
biyografisinden bahsedeceğiz...
HAYATI
Dr. Münir Derman 1910 yılında Trabzon’da
doğdu.
Baba tarafından büyük dedesi Kafkasya’dan Şeyh Şâmil.
Baba tarafından büyük dedesi Kafkasya’dan Şeyh Şâmil.
Ana tarafından büyük dedesi Ahmet
ZiyâeddinGümüşhanevî “Uçan Şeyh”.
Büyük nenesi meşhur evliyâ kadın GÜL
hatun...
Annesi Şehvar hatun. Babası Ahmet Rasim
efendi...
“Trabzon’da 4 yaşından itibaren Buharalı Hocası Ömer İnan Efendi’nin mânevî eğitiminde ilerlemiş ondan feyz almışlar, 9 yaşında hafız olmuşlardır.
İlkokulu özel Fransız okulunda bitirip liseden sonra üniversite tahsili için devlet tarafından Faransa’ya gönderilmiş, burada Felsefe-psikoloji okumuştur.
“Trabzon’da 4 yaşından itibaren Buharalı Hocası Ömer İnan Efendi’nin mânevî eğitiminde ilerlemiş ondan feyz almışlar, 9 yaşında hafız olmuşlardır.
İlkokulu özel Fransız okulunda bitirip liseden sonra üniversite tahsili için devlet tarafından Faransa’ya gönderilmiş, burada Felsefe-psikoloji okumuştur.
Üstün başarıları sayesinde sınıf atlamış
ve Tıp fakültesini de bitirerek doktor olmuştur.
Öğrenim yıllarında Mısır’da El Ezher Üniversitesine kaydolmuş ve ilahiyat tahsilini tamamlamıştır.
Askerlik yılları gençliğinin zor dönemleridir.
Öğrenim yıllarında Mısır’da El Ezher Üniversitesine kaydolmuş ve ilahiyat tahsilini tamamlamıştır.
Askerlik yılları gençliğinin zor dönemleridir.
Kore ve Ekinavaharblerinde bulunmuş
burada doktor olarak hizmet vermişlerdir.
Yurda dönünce Dil Tarih Coğrafya fakültesinde öğretim üyesi olup felsefe doktorluğu yapmış, kısa süre sonra da bu görevinden ayrılarak Tıp doktorluğu hizmeti için Doğu bölgemizde göreve başlamıştır.
Uzun yalnız yıllar, çileler onu Bozuyük’e sürükler.
Yurda dönünce Dil Tarih Coğrafya fakültesinde öğretim üyesi olup felsefe doktorluğu yapmış, kısa süre sonra da bu görevinden ayrılarak Tıp doktorluğu hizmeti için Doğu bölgemizde göreve başlamıştır.
Uzun yalnız yıllar, çileler onu Bozuyük’e sürükler.
Hükümet tabibi iken evlenir ve bir kız
evlâdı olur.
Hâlen bir kızı ve üç torunu vardır.
Eskişehir’de genel cerrahi dalında doktorluğu devam etti ve buradan emekli oldu.
Japoya’da bulunduğu sıralarda Judo üzerinde çalışmış tekvando ve aykido sporlarını Eskişehirde tatbik eden ilk kurucu sporcu olmuştur.
Türk tıbbında ilk defa kopan bir ayağı ameliyatla takarak uluslar arası tıp dünyasında ilgi çekmiş, ilk tebrik telgrafı Sovyetler Birliği’nden gelmişti. Sonra Amerika’dan, Almanya’dan ve başka ülkelerden...
Davet üzerine Almanca’yı çok iyi bildiği için Almanya’ya gitti. 15 yıl Almanya’da anatomi profesörlüğü yapmış sonra da yurda dönmüştür. Burada da camilerde vaazlar vermiş çok sevilmişlerdir.
Fransızca, Almanca, Rusça, Arapçayı mükemmel bilir konuşurlardı.
Eskişehir’de genel cerrahi dalında doktorluğu devam etti ve buradan emekli oldu.
Japoya’da bulunduğu sıralarda Judo üzerinde çalışmış tekvando ve aykido sporlarını Eskişehirde tatbik eden ilk kurucu sporcu olmuştur.
Türk tıbbında ilk defa kopan bir ayağı ameliyatla takarak uluslar arası tıp dünyasında ilgi çekmiş, ilk tebrik telgrafı Sovyetler Birliği’nden gelmişti. Sonra Amerika’dan, Almanya’dan ve başka ülkelerden...
Davet üzerine Almanca’yı çok iyi bildiği için Almanya’ya gitti. 15 yıl Almanya’da anatomi profesörlüğü yapmış sonra da yurda dönmüştür. Burada da camilerde vaazlar vermiş çok sevilmişlerdir.
Fransızca, Almanca, Rusça, Arapçayı mükemmel bilir konuşurlardı.
Bu dillerin kültür ve edebiyatları
hakkında derin bilgi sahibi idiler.
Yabancı dillerin yanı sıra bilhassa
Fizik, Kimya, Matematik gibi fen bilimlerinde, astronomide şaşılacak derecede
bilgiliydiler.
Eskişehir’de Akademide öğretim üyesi olarak
ders vermişlerdir.
Manevî ilimlerde ise O, velâyet ve tasarruf sahibi ilmî ledün sultanı ârif-i billah.... Zamanın son Velîsi... Büyük sultan...
Manevî ilimlerde ise O, velâyet ve tasarruf sahibi ilmî ledün sultanı ârif-i billah.... Zamanın son Velîsi... Büyük sultan...
Eserleri başka kitablardan derleme
değildir. Bizzât kaynak. Velâyet-i Resûlullah kendi gönül havzından fışkıran
mübârek bilgilerdir.
Notlarını titizlikle hazırlar yanlışsız olması için dikkatle yazdırırlardı.
Derman hazretleri hiç bir maddî servete sahib değildi.
Notlarını titizlikle hazırlar yanlışsız olması için dikkatle yazdırırlardı.
Derman hazretleri hiç bir maddî servete sahib değildi.
Almanyadan döndükten sonra Ankara’da bir
otel odasının mütevazi şartlarında yaşadı son demlerini...
Evi yoktu.
Eşi ile birlikte yalnız başına, eski
tanıdığı dostlarıyla yetindi.
Ömürlerini ağır riyâzat ve çilelerle, büyük sıkıntılar, dertler içinde insanlardan uzak, namsız nişansız bir kul olarak geçirdiler.
Ömürlerini ağır riyâzat ve çilelerle, büyük sıkıntılar, dertler içinde insanlardan uzak, namsız nişansız bir kul olarak geçirdiler.
Çok az yer, pek az uyur, suyu çok az içerdi.
Günde bir iki lokma veya bir zeytinle
yıllarca oruç tuttular.
Tarikat kurmamışlardır.
Tarikat kurmamışlardır.
Tavır ve anlayış olarak günümüz dergâh
tekke vs. sine rağbet etmemişler, talebe, mürid, şeyh namları altında etrafına
kalabalık insan yığınları toplamamışlardır.
Ancak vaazlarından ve doktorluğundan kendisini tanıyan
ve hakiki seven sayılı kimseler ona yanaşmışlar ilminden istifade etmeye
çalışmışlardır.
Çeşitli akımlara bölünmüş anarşiye, aslını kaybeden
tarikat kamplarına ayrılmış, özü sevgiden yoksun, birlikten kopmuş insan
manzaralarına baktıkça derinden üzülür memleketin selâmeti için dua ederlerdi.
HAKK’ın heybetini taşıdığı mübârek
bedeni daima güzel kokar, cezbesi tesir altına alırdı insanı...
Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi hücrelerine kadar yayılmış görünür bir ahlâk idi onda...
Nokta kadar şikâyet, bıkkınlık taşımayan duru, sükûn ve teslimiyetin göründüğü tertemiz bir simâ...
Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi hücrelerine kadar yayılmış görünür bir ahlâk idi onda...
Nokta kadar şikâyet, bıkkınlık taşımayan duru, sükûn ve teslimiyetin göründüğü tertemiz bir simâ...
Ağır sıkıntılar çileler ve dertlere
rağmen yüz buruşturduğu, of bile dediği görülmemiştir.
Dertlilere, hastalara şifâ verir, yardımlarına bıkmadan usanmadan koşardı. Tıbbın çâre bulamadığı felçli bir çocuğu, görmeyen âmâ bir genci himmetleriyle iyileştirdiler.
Dertlilere, hastalara şifâ verir, yardımlarına bıkmadan usanmadan koşardı. Tıbbın çâre bulamadığı felçli bir çocuğu, görmeyen âmâ bir genci himmetleriyle iyileştirdiler.
Bunun gibi sayılamayacak kadar menkıbe
hâline gelmiş çok hadiseler olmuştur.
Yanaşılması güç, kendisini ele vermeyen, içini göstermekten uzak duran, celâlli yapısının altında, derya gibi sevgi, merhamet ve şevkat görünürdü... Çok celâlliydiler.
Yanaşılması güç, kendisini ele vermeyen, içini göstermekten uzak duran, celâlli yapısının altında, derya gibi sevgi, merhamet ve şevkat görünürdü... Çok celâlliydiler.
Bazen gürler konuşurlar fakat aynı
zamanda da gözlerinden yaşlar akar yine konuşurlardı.
Sakal bırakmamışlardır.
Sakal bırakmamışlardır.
Fakat omuzlarına sarkan yele gibi beyaz
ipek saçlarına itina gösterir onları ensesinde toplardı.
Askeri hastanede yatıyordu.
Askeri hastanede yatıyordu.
Doktor sordu: “Saçlarınız neden uzun?”
Cevap verdiler biraz celâlli : “Peki
seninki neden kısa?..”
Kıyafeti; tertemiz giydiği zevkle seçilmiş bir iki gömlek ve pantolondan ibaret, gösterişi sevmezlerdi.
Kışın dondurucu soğuklarında herkesin hayret ettiği gibi sırtına atlet giymez, gündelik gömlekle göğsü açık gezer, palto da giymezdi.
Kıyafeti; tertemiz giydiği zevkle seçilmiş bir iki gömlek ve pantolondan ibaret, gösterişi sevmezlerdi.
Kışın dondurucu soğuklarında herkesin hayret ettiği gibi sırtına atlet giymez, gündelik gömlekle göğsü açık gezer, palto da giymezdi.
Bazen yün hırka giyinir sıklıkla onu da
çıkarırlardı.
“Çok soğuk var üşürsünüz efendim!”
dediğimizde, “ben yanıyorum!” diye cevap alırdık.
* Notlarını yazmak üzere yanına gidiyordum. Yolda rasladım, karşı kaldırıma doğru yürüyordu.
Hocam, demir parmaklı tercihli yolu
geçit olmadığı hâlde yürüyerek karşıya geçmişti.
Çok âni oldu nasıl oldu bilmiyorum,
hayret içinde kaldım.
Yakında bulunan trafik polisi de koşarak
yanına gitti.
Elini öptü kucakladı:
“Amca bize de dua et. Burdan nasıl
geçtiniz!”
İlerden geçip yanına gittim.
İlerden geçip yanına gittim.
Bana dönerek, gülümsedi:
“Ne oldu ben de anlamadım. Birden
demirler ortadan kalktı yol açıldı ben de geçtim” dedi.
O âyet geldi aklıma “Biz her şeyi âdemin
emrine verdik”...
* Gülhane Hastanesinin komutanlık katından çıkış kapısına doğru yürüyorduk.
Elimden tutuyordu.
Birden kendimde bir başkalık sezdim.
Bütün vücudum hücrelerime kadar
titremeye başladı.
Özenle parlatılmış yerdeki mermer
taşlardan, duvarlardan:
“ALLAH! Hû!” sesleri geliyor, inilti,
haykırış hâlinde zikrediyorlardı. Dayanılması güç bu hâl ile ben de haykıracaktım
ki kendimi tutmak için çaba sarfederken hocam elimi sıktı:
“Sakin ol yavrum!”...
Hemen toparlandım.
Anladım ki hocam bu zikri içine almış
HAKK ile HAKK olmuştu.
* Elini dizime koymuştu.
Belki tonlarca ağırlık dizimi ezmeye
başladı.
Bacağım ağrıyordu..
Sonra elini çektiler.
Ayağa kalktık, biraz yürümekde
zorlandım.
Bu hâli çok sonra bir gün kendilerine
anlattım.
Gülümsedi, fısıltı hâlinde kulağıma
söyledi:
“Demek ki kendimle birlikte seyehatte
idim”...
* Dostlarıyla birlikte bir yerde oturuyorduk, içeri yabancı bir adam girdi. Hocamı görünce : “Hoş geldiniz efendim. Her hâlde siz benden evvel gelmişsiniz. Ben de Almanya’dan iki gün önce döndüm. Geçen hafta Münih camiinde cuma vaazınızı dinlemiştim. Ne kadar kalabalıktı değil mi?..” Hocam kısa bir sükûtdan sonra hemen sözü değiştirdi. Hayret ettim. Halbuki hocamla her gün, aylarca birlikte idim. Almanya’ya gitmemişti.
* Huzurlarında oturuyorduk.
Eli anlatıyorlardı. Fırsat bilerek
sordum :
“Efendim siz yürürken elinizi yan
tarafınızdan biraz öne tutarak parmaklarınızı aralayıp etrafı tararcasına
yürüyorsunuz, el ile ilgisi var mı?”
Bununla ilgili hatırasını anlattılar.
Bununla ilgili hatırasını anlattılar.
“Gençtim. Köyde sabah namazına kalktım.
Köydeki helâlar başkadır bilirsiniz, dedi. Aşağıda pislik yığın hâlinde
görünür. Pisliğe düşmüş bir örümcek çırpınıyordu fakat kurtulamıyordu. Hemen
gittim, uzandım, elimi pisliğe daldırıp hayvanı temiz bir yere bıraktım,
kurtulmuştu... Sonra ellerimi sabunladım yıkadım ve abdest alıp sabah namazını
kıldım. Biraz uzanmıştım ki uyumuşum. Rüyamda bu sağ elime ışık verdiler. Sağ
elim projektördür, ışık saçar. Görmekde güçlük çektiğimde yolda giderken ondan
böyle yapıyorum!” demişlerdi.
Hocam sağ elini açar avucunun içinden kâinatı seyrederdi.
Manevî emânetlerini, kendisine yakinen hizmet eden ona yanaşmış sevdiklerinden birine bırakacağını söylemiş fakat isim açıklamamışlardır.
Son zamanlarını ikibuçuk sene hastanede geçirdi. Vasiyetlerinde :
Hocam sağ elini açar avucunun içinden kâinatı seyrederdi.
Manevî emânetlerini, kendisine yakinen hizmet eden ona yanaşmış sevdiklerinden birine bırakacağını söylemiş fakat isim açıklamamışlardır.
Son zamanlarını ikibuçuk sene hastanede geçirdi. Vasiyetlerinde :
“Dünyaya garip geldim, garip gitmem
lâzım. Garibin yeri tenhadadır” ifadesiyle sessiz bir köy kabristanına gömülmek
istediler.
2 Aralık 1989 Cumartesi günü HAKK’a yürüdüler.
2 Aralık 1989 Cumartesi günü HAKK’a yürüdüler.
O’nu kar yağarken sevdiği iri kar
taneleri ile köyde toprağa verdik.
Doyamadık O’na...
Aziz hatırası önünde eğiliyoruz...
Mübârek ruhu şâdolsun.
O’nu düşünmek, hissetmek, sevmek bile ilâhî sevginin doruklarına götürüyor insanı...
Ne mutlu onu görebilenlere, onu sevenlere...
Selâm olsun bizden onlara!..
O’nu düşünmek, hissetmek, sevmek bile ilâhî sevginin doruklarına götürüyor insanı...
Ne mutlu onu görebilenlere, onu sevenlere...
Selâm olsun bizden onlara!..
28.03.1990 Çarşamba
***
BİR ANI…
Kıymetli yavrum,
Rahmetli doktor Münir Bey, abdestli gezmeyi çok severdi.
Yolda giderken, abdesti bozulsa eve veya işyerine gitmeyi beklemez teyemmümle abdest alırdı.
Ömür boyu ne zengin, ne fakir kimseden muayen ücreti almadı.
“Ben devlet memuruyum, maaşım ne kadarsa onunla idare etmeliyim.” derdi.
Münir Bey daima sofrada bir çeşit yer ve hemen doyardı.
Yaz kış pantolon ve tişört giyer, onların temiz, ve ütülü olmasına çok dikkat ederdi.
Çok az uyurdu. Çok güzel konuşurdu.
Ömür boyunca Münir Bey kadar Türkçeyi güzel konuşan bir insan görmedim.
Çok mütevazı idi. İnanılmayacak kadar temiz bir insandı.
Bazan kendisinden o kadar güzel bir koku gelirdi ki hepimiz o kokuya hasrettik.
Mümkün olduğu kadar yanında olmya çalışır, o ilahi kokuyu içimize çekerdik.
Münir Bey’le beraber olup da yeni birşeyler öğrenmemek imkansızdı.
Espriyi çok severdi. Ama onlarda bile nice
hikmetler gizli olurdu.
Duası birçok hastalıkları iyi etmeye yetiyordu.
Hayatının hiçbir döneminde parayla ilgili bir problemi olmadı.
Bir gün rahmetli eşim Rana Hanımla beraber Eskişehirdeydik.
Yanımızda Münir Bey vardı. Merdivenleri çıkıyorduk.
Daha önce bir çocuk çukulata yemiş, kağıtlarını merdivene atmıştı.
Duası birçok hastalıkları iyi etmeye yetiyordu.
Hayatının hiçbir döneminde parayla ilgili bir problemi olmadı.
Bir gün rahmetli eşim Rana Hanımla beraber Eskişehirdeydik.
Yanımızda Münir Bey vardı. Merdivenleri çıkıyorduk.
Daha önce bir çocuk çukulata yemiş, kağıtlarını merdivene atmıştı.
Çıkarken eğildi, birer birer o çocuğun
attığı çukulatakağıtlarını topladı.
Ankara’da olduğu zamanlar yemeğe davet
ederdik.
Çorbadan biraz içer sofradan kalkardı.
Balla tahanı birbirine karıştırıp, yemekten sonra bir kaşık almayı severdi.
Suyu yaz kış, buz gibi içerdi. Eğer içinde buz parçaları varsa daha memnun olurdu.
Münir Beyle geçen zamanlar tadına doyum olmayan en güzel anlardı.
Çorbadan biraz içer sofradan kalkardı.
Balla tahanı birbirine karıştırıp, yemekten sonra bir kaşık almayı severdi.
Suyu yaz kış, buz gibi içerdi. Eğer içinde buz parçaları varsa daha memnun olurdu.
Münir Beyle geçen zamanlar tadına doyum olmayan en güzel anlardı.
Çevredeki herkes bu birliktelikten sonsuz
bir haz ve mutluluk duyardı.
Onunla beraber olunca herşey şiirleşiyordu.
Sanki bir cennette yaşıyorduk...
Sabri Tandogandan
Sanki bir cennette yaşıyorduk...
Sabri Tandogandan
DR. MÜNİR DERMAN
1910 yılında Trabzon’da doğdu.
Baba tarafından Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’e, anne tarafından ise Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevî adında halk tarafından “uçan şeyh” olarak bilinen bir evliyaya dayanır. Trabzon’da dört yaşından itibaren Buharalı Ömer İnan Efendi’nin manevî eğitiminde ilerlemiş ve dokuz yaşında hafız olmuştur.
Ailesinin maddî durumu iyi olduğundan, ilkokulu özel Fransız okulunda tamamladıktan sonra liseden sonra, devlet tarafından üniversite tahsili için Fransa’ya gönderilmiştir.
Felsefe ve psikoloji eğitimi ile çok başarılı bir öğrenci olduğu için Tıp Fakültesini de bitirerek doktor olmuştur.
İlahiyat tahsilini ise Mısır El-Ezher Üniversitesinde tamamlamıştır.
Kore Savaşları’na doktor unvanı ile katılarak hizmetlerde bulunmuştur.
Bilahare Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde hocalık yaparak felsefe dersi vermiştir.
Kısa bir süre sonra üniversiteden ayrılarak çok sevdiği doktorluk mesleğini yapmak için Anadolu’da göreve başlamıştır.
Uzun bir tabiplik hayatını Eskişehir’de tamamlayarak emekli olmuştur.
Türk tıbbında ilk defa kopan bir ayağı ameliyatla takarak haklı bir ulusal ve uluslararası şöhrete sahip olmuştur.
Japonya ve Almanya’da kaldığı süre içinde birçok insanın yetişmesine katkıda bulunmuştur.
Ayrıca, bu ülkelerde konferanslar ve vaazlar da vermiştir.
Fransızca, Almanca, Rusça ve Arapça’yı en az bu devletlerin vatandaşları kadar güzel konuşan, bu ülkelerin kültür ve edebiyatını yakından takip eden bir aydın portresi çizmiştir.
Maddî ilim denilen fen ilmine hemen her alanda vukufu, onu manevî ilimlerden alıkoymamış, bilakis eşyayı derinine inceleyen ilm-i ledün sahibi olma yönünde de gayret sarfetmiştir.
Başta da söylediğimiz gibi ledün ilminin gelişmesine Buharalı Ömer İnan’ın bir mürşid, bir terbiye edici olarak katkıları çok büyük olmuştur.
Dr. Münir Derman Efendi, uzun müddet kaldığı Almanya’dan döndükten sonra, Ankara’da bir otel odasında mütavazi bir hayat sürmüştür.
Hiçbir gayri menkul edinmek için çaba göstermemiştir.
Yaşadığı müddetçe kendini şan, nam gibi afetlerden koruyarak âdeta gizlenmiştir.
Kendi şahsına münhasır bir irşad stratejisi oluşturmuş, bağlıları sohbetlerinden faydalanmıştır.
Dr. Münir Derman 1989 tarihinde vefat etmiş olup, mezarı Yenimahalle ilçesine bağlı Memlik Köyü’ndedir.
1910 yılında Trabzon’da doğdu.
Baba tarafından Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’e, anne tarafından ise Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevî adında halk tarafından “uçan şeyh” olarak bilinen bir evliyaya dayanır. Trabzon’da dört yaşından itibaren Buharalı Ömer İnan Efendi’nin manevî eğitiminde ilerlemiş ve dokuz yaşında hafız olmuştur.
Ailesinin maddî durumu iyi olduğundan, ilkokulu özel Fransız okulunda tamamladıktan sonra liseden sonra, devlet tarafından üniversite tahsili için Fransa’ya gönderilmiştir.
Felsefe ve psikoloji eğitimi ile çok başarılı bir öğrenci olduğu için Tıp Fakültesini de bitirerek doktor olmuştur.
İlahiyat tahsilini ise Mısır El-Ezher Üniversitesinde tamamlamıştır.
Kore Savaşları’na doktor unvanı ile katılarak hizmetlerde bulunmuştur.
Bilahare Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde hocalık yaparak felsefe dersi vermiştir.
Kısa bir süre sonra üniversiteden ayrılarak çok sevdiği doktorluk mesleğini yapmak için Anadolu’da göreve başlamıştır.
Uzun bir tabiplik hayatını Eskişehir’de tamamlayarak emekli olmuştur.
Türk tıbbında ilk defa kopan bir ayağı ameliyatla takarak haklı bir ulusal ve uluslararası şöhrete sahip olmuştur.
Japonya ve Almanya’da kaldığı süre içinde birçok insanın yetişmesine katkıda bulunmuştur.
Ayrıca, bu ülkelerde konferanslar ve vaazlar da vermiştir.
Fransızca, Almanca, Rusça ve Arapça’yı en az bu devletlerin vatandaşları kadar güzel konuşan, bu ülkelerin kültür ve edebiyatını yakından takip eden bir aydın portresi çizmiştir.
Maddî ilim denilen fen ilmine hemen her alanda vukufu, onu manevî ilimlerden alıkoymamış, bilakis eşyayı derinine inceleyen ilm-i ledün sahibi olma yönünde de gayret sarfetmiştir.
Başta da söylediğimiz gibi ledün ilminin gelişmesine Buharalı Ömer İnan’ın bir mürşid, bir terbiye edici olarak katkıları çok büyük olmuştur.
Dr. Münir Derman Efendi, uzun müddet kaldığı Almanya’dan döndükten sonra, Ankara’da bir otel odasında mütavazi bir hayat sürmüştür.
Hiçbir gayri menkul edinmek için çaba göstermemiştir.
Yaşadığı müddetçe kendini şan, nam gibi afetlerden koruyarak âdeta gizlenmiştir.
Kendi şahsına münhasır bir irşad stratejisi oluşturmuş, bağlıları sohbetlerinden faydalanmıştır.
Dr. Münir Derman 1989 tarihinde vefat etmiş olup, mezarı Yenimahalle ilçesine bağlı Memlik Köyü’ndedir.
Kabr-i Şerifinin İlk Hali:

Kabr-i Şerifinin Son Hali:





Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil